Pazartesi, Mayıs 18, 2009

Kulak Memesi

Öncelikle bir açıklama yapayım. Önce başlık geliyor aklıma hep, sonrasında ise başlıkla alakalı ya da az alakalı olarak aklımdakileri döküyorum. Bu sefer de aklıma durduk yerde kulak memesi geldi. E be Yus, durduk yerde aklına kulak memesi gelen bir insan mısın diyen olursa bilin ki o çok kötüdür, şeytandır. Bugün çok absürd bir dörtlü-ortaya çıkmazlarsa isimlerini açıklarım- olarak yaptığımız muhabbetimizde sürrealizmden nargile dumanının havadaki hareketine, gruptaki şair şahsiyetin hamburger üzerinden modernizm eleştirisi yapmasından gruptaki nihilist olmayan kişinin Dali bakışı ile fotoğraf çektirmesine kadar, deli kişinin her söylediği cümlede ayrı bir kafa karışıklığına uğramamızdan müzik uzmanı kişinin gidecem diye tutturmasına rağmen onu zorla orada tutmamıza kadar, -cümle çok uzun oldu ama- felsefeden erkek muhabbetine kadar normal olmayan bir insanın aklına gelebilecek her şey vardı. Gecenin bu saatinde benim aklıma kulak memesi gelmiş çok mu? Bu da mı gol değil hakim bey? Bu da mı gol değil demişken; evet bunu da tartıştık. Dünyanın geleceği açısından, bir araya gelmesi son derece tehlikeli olan bu dörtlüden çok bahsettim, kesiyorum.

Geçen gün yine depresyona girmişken kafamı boşaltayım dedim, o da ne! Yazıyorum ama duramıyorum! Sabaha karşı ışıkları kapatıp devam ettim aydınlanan havadan dolayı. Bir anda aklıma son cümle geldi, onu da yazdım ve defteri yere fırlatıp olduğum yerde uyuyakaldım. Tükenen şeyleri sevmeyen bir insan hayvanı olarak uzun zamandan sonra elime kağıt kalem almak oldukça rahatlatıcıydı. Yıllardır klavye ergonomisi sağlamak üzere evrimleşmiş ellerim ağrıdı biraz ama değdi. Bu sondan bir önceki depresyonumdu, iki gün önce de son depresyonuma girip çıkarak dönemi tamamladım şükür ki! Artık daha bir yolda gördüğü ters dönmüş böcekleri çeviren, daha bir kuşa buluta bakan adamlardan oldum sanıyorum. Evet duygusalım(ulan), zorunuza mı gitti? Beni çekemeyenler uydu anteni alsın geyiği etrafından dönen konuşmaları da, yazıları da sevmem; o yüzden merak etmeyin, böyle devam etmeyecek. Ne böyle devam ediyor ki, değil mi sevgili okur? Ben kafamı belli başlı şarkılara takmışken hazır, onlar üzerinde oynamayı da huy edinmez miyim kendime? Edinmem. Niye edineyim? Ama arada sırada yaparım. Genelde çok alakasız, duygusal veya garip şarkı söylerinin sonuna -çok afedersiniz- a.. koyim, a...na sıçayım(sansür yanlış oldu sanki) veya sikt.r git o zaman gibi ifadeler koymayı seviyorum. Yanlış anlamayın, erkek muhabbetinin iğrençliğe sürüklendiği aşırı sap ortamlarda bile küfrettiğim nadir görülmüştür; ama şarkılarda çok güzel duruyor. Siz de yapıyorsunuz, yapmıyor musunuz ki? Yapmıyorsanız bu yazının burasına kadar gelmiş olmanız kişiliğiniz açısından büyük bir zaman kaybıdır bence. Zira, saçmalamaktayım satırladır. Kulak memesi yumuşaklığında bir hayatın ortasındayım diyerek başlığın yazı içinde geçtiği bir klişe örneği de veririm. Ya da vermem, ama yine de silmem cümlemi. Cümleler silinmek için çok değerlidirler bence. Elime bulaşmış balı silmeye kıyarım ama cümle silmeye kıyamam.

Şu an susuzluktan ölmekteyim. Hafiften soğuyan hava moralimi tavan yaptırsa da; koltuğumu biraz geriye çekip, yavaşça ayağa kalkarak(filhakika oda arkadaşım uyumakta), kapıya doğru yürüyerek, ihtiyacım olan su miktarını damacanamdan çekip, aynı şeyleri tekrar tersten yaparak yerime oturmak, ve daha da kötüsü hiç yeri olmamasına rağmen "filhakika" sözcüğünü kullanma isteği bastırmasının nedenini düşünmek çok uzun ve yorucu bir prosedür. Şu an tek duymak istediğim ses Nicole Kidman'ın sesi zaten, sürtünen koltuk sesi değil. Ne kadar güzel sesi var hatunun değil mi sevgili okur? Oyy yirim onu ben. Nitekim sarışınlardan hoşlanan bir bünye de değilim. Ama bunun konumuzla alakası yok. Sahi, konumuz neydi ki zaten? Kulak memesi üzerine post-travmatik deneyimlerimi anlattığım bebek kafası tarzı bir yazı mıydı ki bu? Bu bir yazı mıydı ki? Andre Breton yazı yazıyor(duy)sa ben ne yazıyorum? Ben yazı yazıyorsam o ne yazıyor(du)? Bu aralar çok kompleks yaptım. Yazdıklarımı beğenmiyorum. Kompleksli bir bünyenin yapacağı ilk iş ise diğerlerinin de kendisini beğenmediğini düşünmektir bence. Yani ben kompleksliyken içten içe onu düşünüyorumdur. Yani kompleks bu, bilinçaltı ile alakalı. Bunu burada iyice açıklarsam bilinçaltı kalmaz, bilinçli olurum. Bilinçliysem niye kompleks yapayım? Daha da önemlisi, bilinçliysem neden kompleks yapmama rağmen gittikçe daha çok yazayım?

Edebiyatın içine ettikten, tarzımı parça pinçik ettikten sonra; bir de gereğinden fazla uzatmışken, birine de seslenmek istiyorum buradan.(tabii istemekle yapmak ayrı şey sevgili okur, neyse geçelim). Birine seslenmek de garip bir şey aslında yazılarda, en azından direkt olarak yapıldığında. Özellikle başkaları tarafından yazının okunurluğunu öpüp atıyor genellikle. Çok güzel seslenenler de var, ama ben onlardan değilim sanıyorum. Benimkisi bozuk, çatlak bir ses oluyor genelde. Bazen sesim de çıkmıyor. Derdimi bile anlatamıyorum, yazıyı piç ettiğimle kalıyorum(hâlâ etmediysem). Boğazım kurumuşken ağzım kapandığından olsa gerek, daha da yazıyorum. Ben yazıyorum, yazı piç oluyor. Yazı piç oldukça toparlamak için(neden?) daha da yazıyorum. Toparlamaya çalıştıkça... Böyle bir kısır döngü içinde bir kulak memesi gibi kalakalıyorum(ahaha yine yaptım). Son 7-8 yılı çok yoğun olmakla beraber kendimi bildim bileli yazıyorum. Ne zaman kendi kendimi yargılasam, düşüşe geçiyorum sanki. Kendimi ifade edemiyorum ki, başka şeyleri ifade edeyim.

Her kötü yazımda bahsettiğim Natalie'den burada söz etmek istemiyorum. Ama etmeden de duramıyorum, o kadar güzel ki! Kaldırımda otursun, bana "hello stranger" desin istiyorum bazen. Neyse, bulutlar kızarıyor, yeni delinmiş bir kulak memesi gibi(yihehee). Yağmur yağıyor mu bilemiyorum. Kulağımda kulaklık var, kulak mememin az yukarısına taktığım(öeh yeter artık demeyin, kusana kadar yapacağım). Büyüktüm, kocamandım, top da oynamadım ama acıktım ben. Su içmeye kalk(a)mazken, yemek yemeye kalkmak çok ütopik geliyor bana; aç uyurum galiba bu gün, öğle vakti yirim. Çok açım be Atam!(aha, deforme edilmiş bir film repliği de koydum) Arada sırada parantez coşturmayı da severim. Parantezler hepimizin bildiği gibi felsefi, psikolojik vs. olarak derin anlamlar taşır. O anlamları verebiliyor muyum bilemem de, kullanmayı seviyorum arada. Biraz daha bohem olsam kullanmayabilirdim belki... Bohem olsam mı? Bohem olunmaz, doğulur mu yoksa?

İşte kayboluyor her şey, anlatamıyorum. Bilemiyorum! Belki bugün kafam karışık değildi, ondan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder