Pazar, Nisan 26, 2009
Derin Tahammülsüzlük
Bilgeliğin verdiği esneklik ve algısal genişlikten yoksun olan kişilerin kendi yüzeyselliklerini ve yetersizliklerini örtbas etmeye çalışırken verdikleri aşırı tepkilerin genel adıdır tahammülsüzlük. Bu tip insanlar çoğunlukla bir savunma psikozu içindedirler. ‘Öteki’nin her tavrını saldırı olarak algılarlar ve en belirgin özellikleri eleştiriye tahammülsüzlüktür. Asla vazgeçemeyecekleri sloganları vardır ve bu sloganlar üzerinden yaşamlarını ve değer yargılarını biçimlendirmekten ve bunu ‘öteki’ne dikte etmeye çalışmaktan çekinmezler, aksine bundan biraz da ‘militanca’ bir zevk alırlar. Bunu bir ‘dava’ şuuru ile yaparlar. Onlar için ‘bir ağaç gibi tek ve hür’ olmak değil ‘bir orman gibi’ yaşamak önemlidir. Kolektif aklın homojenliğini ve yanılmazlığında o denli ısrarcıdırlar ki bireysel farklılaşmalara yer veren kolektif sistemlerin daha güçlü ve daha az yanılır olabileceğini asla akıllarına getirmezler. Kutuplaşmadan nemalanırlar. Kutuplaşmanın marjinalleşmek olduğunu, marjinalleşmenin fikirden ziyade sloganlara, klişelere ve biçimciliğe tekabül ettiğini görmezden gelirler. Bu profilin siyaset arenasını işgal eden uzantılarına bakın. Değişmez bir jargon ve tahammülfersa bir sığlıkla konuştuklarını, tartıştıklarını hatta tartış(ama)dıklarını göreceksiniz. Teknik olarak iki ayrı uç noktada olması gereken ve tek ortak paydaları kolektivizmden beslenmeleri olan iki hizbin en ateşli tartışmalarında bile şaşılacak bir üslup ve jargon benzerliği olduğuna tanık olursunuz. Bu benzerliğin çıkış noktası ise her iki tarafın da alabildiğine tutucu olmalarıdır. Eleştirel akla ve serbest düşünceye yer yoktur sığ dünyalarında. Gergindirler. Tahammülsüzdürler. Polarizasyonun her iki tarafı da her an kavgaya etmeye meyilli bir psikoz içinde tamamıyla politize olmuş bir yapının sığ sularında sürekli bir gerilim kaynağıdırlar. Aslında yeterince polarize olmak için de birbirlerine ihtiyaçları vardır. Entelektüel düzeysizlikleri ile öne çıkarlar. Saldırgan ve öfkelidirler. Hukuk danışmanları, avukatları mahkeme kapılarını aşındırırlar günaşırı. Mizah ve zekâ kokan eleştirilere verebilecekleri tek yanıtları vardır: dava açmak. Sığ sularını dalgalandıranlar, kör kuyularına taş atanlar slogan ve klişelerle bezedikleri, korudukları, putlaştırdıkları değer yargılarına saldırmışlar, canlarını acıtmışlardır ve hadlerinin bildirilmeleri gereklidir. Mahkemeler bunun için vardır. 10-15 yıllık tuhaf davalarla hantallaşan adalet sistemini kendi kişisel yetersizliklerini temize çıkarma adına işgal etmekten çekinmezler. Demokrasi onlar için ya salt çoğunluğun sorgulanamaz hükümranlığı için bir araçtır ya da azınlığın politik açlığını ‘muhalefet’ kisvesi altında ve fikri dayanaklardan uzak bir slogan düzleminde gidermesine yarayacak bir sistemdir. Demokrasinin esneklik, hoşgörü, sorgulayıcı akla açık olma, diğerkâmlık, karşılıklı saygı ve bilgi eksenli tartışma ortamı gibi hoşluklar içerdiğinden habersizdirler. Mizahtan ölesiye korkarlar. Saf sanata olan uzaklıkları ise sanat işçilerini, düşkünlerini bu ülkeden kaçıp gitme raddesine getirir. Ülke tarihinin tek ve en Nobelli kişisi, okyanus aşırı bir üne ve etki alanına sahip büyük bir yazarın tehditlerden bezip başka bir ülkeye yerleşmesinde onlar için herhangi bir sorun yoktur. Hiçbir zaman gündem maddelerinden biri olacak denli önemli bir mesele olmamıştır. Başına gelecekleri hisseden ve daha güvenli ülkelere gitmek yerine ülkesine bağlılığı ‘ethnicity’nin dar kalıplarını fersah fersah aştığı için kalan ve yüreğinde güvercin tedirginliğini kâğıda dökecek denli naif olan bir düşünce insanın katline olan yaklaşımları bile –iktidar ya da muhalefet fark etmez- insanı dehşete düşürecek cinstendir. 17–18 yaşındaki bir zavallı piyonun ve ‘ağabey’lerinin devlet babamızın şefkatli dokunuşlarıyla takdis ve takdir edilmesi ise saygıdeğer devletimizi babalıktan reddetmek için yeterli bir nedendir. Devlet denen organizmanın büyük bir kısmı fena halde karanlıktır, derindir. Polis, mafya, bürokrasi, politika, medya ve hatta askerden oluşan ‘oceanic six’ mensuplarının bu denli karmaşık ve karanlık bir ilişkiler sarmalında birbirlerini kucakladıkları başka bir ülke var mıdır, bilmiyorum. Ama liberalizmden, serbest düşünceden nasibini alamamış; ideolojik bağnazlıklara saplanıp kalmış; ulusal-uluslararası politikası hamasi söylemler ve sığ sloganlar üzerine inşa edilmiş ülkelerin kaderi budur, biliyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder