Yıllardır anlayamadığım belki de tek şairdir Sezai Karakoç... Kimileri kendisinin İslam, mistisizm, felsefe, vs.yi muhteşem bir şekilde sentezlediğini iddia eder. Ki acaba öyle midir? Bir şiirinin bir kısmını paylaşayım burada:
"senin kalbinden sürgün oldum ilkin
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
sana geldim
ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim
affa layık olmasam da
uzatma dünya sürgünümü benim"
Başka şiirini paylaşmaya gerek görmüyorum, zira hepsi aynı formatta. Şimdi bu bir şiir midir? Benim sanat anlayışıma göre de, edebiyatın belli başlı yapısal unsurlarına göre de şiirdir. Ama nasıl bir şiirdir? Bok gibi bir şiirdir. Neden? Şimdi bu şiiri olabildiğince içten, duygulu bir şekilde okumaya çalışın. Ne hissediyorsunuz? Durun durun! Ben size söyleyim ne hissettiğinizi. Sonsuzluğa uzanan bir merdivenden hep aynı tempoda iniyorsunuz, değil mi? İşte that's my problem with Mr. Karakoç diyorum. Şiirleri aşırı mekanik, duygusal devinimden yoksun, heyecansız. Duru desem duru değil, duruluğun da bir deseni olur kendi içinde. Desensiz...
Bunu tek bir şiire bağlı kalarak söylemiyorum inanın, bu mekanikliği okuduğum aşağı yukarı elli şiirinde hissettim. Hatta şöyle söyleyim, kendisinin varlığından bir on yıldır falan haberdarım, "adam gibi" denebilecek bir şiirini okuduysam da hatırlamıyorum. E durduk yerde niye bulaştın adama şimdi diyebilirsiniz. Sadece internette dolaşırken bir sitede adını gördüm ve içimden kendisiyle ilgili düşüncelerimi anlatmak geldi.
Özet geçiyorum: Sezai Karakoç, muhafazakar kesimin şair ihtiyacını karşılamak için abartılmış, bok gibi bir şairdir. Ama yine de kıvırma hakkımı saklı tutuyorum. Bu akşama kadar bana üç tane güzel şiirini gönderin, belki fikrimi değiştirirsiniz.
Çarşamba, Ağustos 25, 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)